Ben isterim ki tüm çocuklar okusun. İmkanı yettiğince değil, ona sunulan imkanları dilediğince kullanarak okusun. Ben isterim ki istedikleri tüm kitaplara ulaşabilsin çocuklar, harçlığım yetmiyor diye almaktan vazgeçip rafa geri koymasın. Ona dayatılanı değil, zihninin götürdüğünü ve gerçekten bilmek istediğini okusun.
Ne eğitim ne de öğretim hafife alınacak iş değil hocam! Ben isterim ki eğitim bakanı akademik kariyerini eğitim ve öğretim üzerine tamamlamış, eğitim psikolojisi ve sosyoloji hakkında bilgisi ona akademik olarak öğretilenden de fazla, çocuklar için gerçekten bir şeyleri değiştirmek isteyen biri olsun. O koltuğa oturmak ülkeyi yönetmekten ağır iştir hocam! Ya o dönem ektiğiniz güller mis koku yayar ya da hepsi boynunu büker, solar…
Ben isterim ki okumak isteyen kimse imkanım yetmedi diye pişmanlık duymasın, herkes eşit şartlarda eğitim görsün hocam! Doğudaki Ayşe’mle beni nasıl ayırırlar ki… Ayşe benden çok daha fazlası halbuki. Sabah sırada gümbür gümbür marşımızı okurken, akşam yanık sesiyle yaylalarda hayvanlarını otlatırken söylediği türkülerle yüreğimizi dağlar. Ayşe’nin o sesinde isyan var hocam. Adalete karşı, eşitsizliğe karşı, kaderine karşı bu isyan…
Ben isterim ki kocaman bir okulu olsun her çocuğun. Doyasıya koşup enerjini atabilmek ne güzel gelir insana hocam. “Oğlum dur!” “Kızım sessiz!” ikazları da azalır hem. Eh, enerjiyi okulun daracık bahçesinde atamayınca farklı yollara başvuruyor insan. Hatta bu okulda laboratuvarlar, sanat sınıfları, gözlem sınıfları da olsun hocam. Sahi, sadece kitap deftere dokunmak yetiyor mu bana? Öğrendiğini uygulamak büyük bir kalıcılık yaratırmış, bir kitapta okumuştum. Bunu da yazdım, bir deneyelim hocam.
Ben isterim ki kırk kişilik sınıflarda, dört sene boyunca aynı sosyal grubun içinde olmak yerine maksimum 10 kişilik sınıflarda, her ders farklı bir sosyal grubun içerisinde olayım hocam. Farklı görüşleri de tanıyayım, farklı yetenekleri de göreyim, insanlarla sohbet etmeyi ve onlara her koşulda saygı duymayı öğreneyim.
Ben isterim ki bir bütünlük içinde hareket edelim hocam. Herkes parasının yettiğini değil de o gün çıkan yemekten dilediğini yesin. Herkes farklı yerleri gezsin, tanısın. Ben sırf imkanlarımdan ötürü ülkemi gezip görmekten, kültürümü tanımaktan mahrum mu kalacağım hocam?
Ben dilimi, tarihimi, coğrafyamı, inanıyorsam dinimi temel düzeyde öğretmeni isterim bana hocam. Fazlası hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsam ben senin peşinden koşacağım. Mühendis olmak istiyorsam seni fizikle alakalı belki de cevap veremediğin sorulara boğacağım. Fakat şimdi iyice bir düşün, sen hiç mahkemede türev alan avukat gördün mü hocam?
Sahi hocam, ben 135 dakikada çözebildiğim doğru soru sayısından mı ibaretim? Yaptığım projeler, yazdığım makaleler, okuduğum onca kitap, cevabını günlerce araştırdığım zihnimi kurcalayan sorular, uğruna ter döktüğüm sahalar, zihnimin melodisi gitar… Yanlışlarım doğrularımdan fazlaysa, bütün bu yaptıklarımla birlikte ben bir hiç mi olurum? Hayatta da yanlışlarımız doğrularımızdan götürür mü hocam?
Hep dersiniz ya, öğrenci milleti. Güvenilmez, uslanmaz hatta bazen adam olmaz, nankör… Haklısın hocam. Ben istediğim birçok şeyi sıralayabilirim. Peki ya sen kelimelerimdeki kaygı ve stres çığlıklarımı duyup benim için, bu ülkenin geleceği için, tıpkı ilk öğretmenim Mustafa Kemal gibi, Ata’m gibi, “Öğretmek için öğrenmek gerek. Ve gönlünüzde bir sevda yok ise öğrencilik zor gelir. Öğretmenlik yapar ama öğretmen olamazsınız." sözünün izinden gidip, gerçek bir öğretmen olup, benim için çabalar mısın hocam?