Burada konuşan Devlet Tiyatrosu Sanatçısı ve Asanart Dernek Başkanı Aylin Gürsoy, şu ifadelere yer verdi; “Her insan eşsizdir ve aynı zamanda herkes gibidir. Elbette dış görünüşümüzün başkalarından farklı oluşu iyidir, hoştur, ancak aynı zamanda her birimizin içinde yalnızca o kişiye ait olan, yalnızca o kişi olan bir şey vardır. Buna can ya da ruh diyebiliriz. Ya da onu kelimelerle etiketlememeye, kendi haline bırakmaya karar verebiliriz. Ancak hepimiz birbirimizden farklı olsak da birbirimize benzeriz. Hangi dili konuşursak konuşalım, ten rengimiz, saç rengimiz ne olursa olsun, dünyanın her yerindeki insanlar temelde birbirine benzer. Aynı anda hem birbirimize benzemek hem de birbirimizden tamamen farklı olmak bir paradoks olabilir. Belki de insan, beden ve ruh arasında köprü kurması açısından doğası gereği paradoksaldır; biz hem en dünyevi, somut varoluşu hem de bu maddi dünyaya bağlı sınırları aşan bir şeyi kapsarız” dedi.
“Sanat, özel olanla evrensel olanı birleştirmeyi muhteşem bir şekilde başarır”
Sözlerine devam eden Gürsoy, şu ifadelere yer verdi; “Farklı olanı yani yabancı olanı da diyebilirsiniz evrensel olarak anlamamızı sağlar. Sanat, bunu başararak diller, coğrafi bölgeler, ülkeler arasındaki sınırları aşar. Sadece herkesin bireysel niteliklerini değil her insan grubunun, örneğin her ulusun bireysel özelliklerini de bir araya getirir. Sanat bunu farklılıkları eşitleyerek ve her şeyi aynı hale getirerek değil, tam tersine bize bizden farklı olanı, uzak ya da yabancı olanı göstererek yapar. Tüm iyi sanatlar tam da bunu, yabancı bir şeyi, tam olarak anlayamadığımız ama aynı zamanda bir bakıma da anladığımız bir şeyi içerir. Deyim yerindeyse bir gizem içerir. Bizi büyüleyip sınırlarımızın ötesine iten ve bunu yaparken de tüm sanatların hem kendi içinde barındırması hem de bizi yönlendirmesi gereken aşkınlığı yaratan bir şeydir bu. Ben zıtlıkları bir araya getirmenin daha iyi bir yolunu bilmiyorum. Bu, dünyada çok sık gördüğümüz, yabancı, özel ve farklı olan her şeyi, genellikle teknolojinin elimize verdiği en insanlık dışı icatları kullanarak yok etmenin yıkıcı cazibesine kapılan şiddetli çatışmaların tam tersi bir yaklaşımdır. Dünyada terör var. Savaş var. Çünkü insanların da hayvani bir yanı vardır; ötekini, yabancıyı büyüleyici bir gizem olarak değil, kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak deneyimleme içgüdüsüyle hareket eder. Özgünlük, hepimizin görebildiği farklılıklardır ve bu şekilde ortadan kaybolur ve geride farklı olan her şeyin yok edilmesi gereken bir tehdit olduğuna dair kolektif bir tekdüzelik kalır. Dışarıdan farklılık olarak görülen şey, örneğin din ya da siyasi ideoloji, yenilmesi ve yok edilmesi gereken bir şey haline gelir. Savaş hepimizin içinde derinlerde yatan şeye, özgün olana karşı verilen bir mücadeledir. Bu aynı zamanda sanata karşı, tüm sanatların derinliklerinde yatan şeye karşı bir savaştır. Burada özellikle tiyatro ya da oyun yazarlığı hakkında değil, genel olarak sanat hakkında konuşuyorum, ancak bunun nedeni, söylediğim gibi, tüm iyi sanatların derinlerde aynı şey etrafında dönüyor olmasıdır. Tamamen benzersiz, tamamen özel olanı almak ve onu evrensel hale getirmek. Özel olanı sanatsal olarak ifade ederek evrensel olanla birleştirmek: onun biricikliğini ortadan kaldırmak değil aksine onu vurgulamak, yabancı ve alışılmadık olanın açıkça parlamasına izin vermektir. Aslında çok basit; Savaş ve barış birbirine ne kadar zıtsa, savaş ve sanat da o kadar zıttır. Sanat barıştır” dedi.
Haber: Emrah Gemicioğlu